Kırılmadan da Güçlü Olmak Mümkün mü? | Duygusal Dayanıklılık ve Kırılganlığın Gücü
Güçlü görünme baskısı ve kırılganlığın değeri üzerine düşündüren bir yazı. Kırılmadan güçlü kalmak mı, yoksa kırıldığında da sevgiyle ayağa kalkmak mı daha cesurca?
📅 Yayınlayan: Çıtır
11/10/20252 min read


Bazı dönemlerde kendimizi güçlü hissetmediğimiz halde öyle davranmak zorunda kalırız. Çünkü dünya, zayıflığı affetmez gibi gelir. “Dik durmalısın” derler, “kendini ezdirme”, “ağlama”, “dayan.” Bu cümleleri o kadar çok duyarız ki, sonunda inanırız. Güçlü olmanın, duygusuz olmakla eş anlamlı olduğuna…
Oysa asıl savaş, içimizde başlar. Bir yanımız kırılmak ister, diğer yanımız kırılmaya izin vermez. Ama kırılmadan büyümek, öğrenmek, olgunlaşmak mümkün mü gerçekten?
Psikolog Carl Jung der ki: “Karanlık yönünle yüzleşmeden ışığı bulamazsın.” Belki de kırılmak, o karanlıkla yüzleşmektir. Bir şeyler dağılır, ağlarız, sarsılırız ama sonra o kırık yerlerden sızan ışıkla yeniden şekil alırız. Japonların kintsugi sanatında olduğu gibi — kırılan bir seramik altınla onarılır ve kırığı gizlenmez; tam tersi, o altın çizgiler onun hikâyesi olur. Bizim de yaralarımız öyle değil mi aslında? Altınla kaplanmış hatıralar…
Fakat çağımızda “güçlü olmak” kelimesi tuhaf bir biçimde sertlikle eş tutuluyor. Sessiz kalırsan olgunsun, ağlarsan zayıf. Oysa duygularını bastırmak, güç değil, bir tür donma halidir. Brené Brown “Kırılganlığın Gücü” kitabında şöyle der: “Kırılganlık, zayıflık değil; duygusal cesaretin en saf hâlidir.” Ve belki de hayatın bizi sınadığı her yerde, asıl ölçülen şey dayanıklılığımız değil, hissetmeye cesaretimizdir.
Bir gün kendimi aynada yorgun bulduğumu hatırlıyorum. Ne olmuştu bilmiyorum ama içimde taş gibi bir şey vardı. Ağlamak istiyordum ama “güçlü olmalısın” sesini susturamıyordum. O an fark ettim: Güçlü olma isteği bile bazen bir zırh değil, bir hapishane olabiliyor. Çünkü o “dayan” sesinin altında gizli bir korku var: “Ya kimse anlamazsa?” Ama anlaşılamamakla yüzleşmek de bir olgunluk değil mi? Çünkü herkes bizi anlamak zorunda değil. Biz de herkese anlatmak zorunda değiliz. Kırılmadan da güçlü olmanın yolu, belki kırılmamak değil; kırıldığında kendini yeniden sevebilmek. Çünkü hayatın ağırlığı altında çatlamamak imkânsız. Ama o çatlaklardan ışık sızdırabilmek… İşte o, insan olmanın sanatı.
Albert Camus, “Kışın ortasında, içimde yenilmez bir yaz buldum,” der. Belki güç budur: dışarıda fırtına varken, içimizde hâlâ çiçek açacak bir inanç bulmak. Ve evet, bazen bu inanç sessizliktir, bazen gözyaşı. Ama en çok da “her şeye rağmen iyi kalmayı seçmek”tir.
Kırılmadan da güçlü olmak mümkün mü bilmiyorum, ama kırıldığında bile incelikle kalabilmek mümkün. Çünkü sertlik korur ama aynı zamanda uzaklaştırır; yumuşaklık ise yaralar ama birleştirir. Biri savunmadır, diğeri bağlantı. Ve insan dediğin, savunarak değil, bağ kurarak iyileşir.
O yüzden eğer bir gün biri sana “çok duygusalsın” derse, gülümse. Çünkü duygusal olmak, hâlâ hissedebildiğini gösterir. Hâlâ insan olduğunu. Ve belki de bu dünyada en büyük güç, kırılgan kalabilme cesaretidir.
✨ Sen ne düşünüyorsun?
Sence kırılmadan da güçlü olmak mümkün mü, yoksa güç zaten kırıldığında mı ortaya çıkar?